Doğa, kitaplara sığdırılıp kütüphanelerde zaman geçirerek öğrenebileceğimiz bir şey midir? Sanmıyorum. Fakat kitapların bilgiyi, doğanın bilgisini taşımayı kolaylaştırdığından eminim. Bizler, insan icadı bir dil ve onun sembolize edilmiş hali olan bir alfabeyle ne kadar çok bilgiyi kayıt altına almış olursak olalım; doğamızın biricik, sonsuz döngüsü içerisindeki özü toplamaya çalışan küçük yaban arılarıyız.

Doğa Kütüphanesi fikri işte bence tam da bu yüzden çok önemli. Bilgiyi yalnızca rafların arasındaki kıymetli kitaplardan değil de, doğanın kendisinden; meşe palamudunu toprağın altına gömen sincaptan, filizlenen meşeden, meşenin üzerine konan alakargadan, altında gezen çobandan, çobanın söylediği türküden de öğrenebileceğimizi öğütlüyor bize. Birini diğerinden üstün tutmadan, yarıştırmadan. Doğa gibi.

Bu bilgiyi, doğanın bilgisini taşımak, çoğaltmak, yaşamak isteyenleri bekliyor Doğa Kütüphanesi. Söyleyecek sözü, deyişi, yazacak kelamı olanlar bir adım öne!