Bir kütüphanede büyüdüm. Evimizde muazzam bir kitaplık vardı ben bildim bileli. Babam sağ olsun, Babıali’de çalışıyordu, basın yayın işlerinde. Bu yüzden de bir marangoza özene bezene yaptırdığı ceviz ağacından kütüphane benim küçük dünyamı büyüttü. Öyle ki, daha okula başlamadan öğrendiğim okuma sayesinde, o kitaptan bu kitaba, o sayfadan bu sayfaya, o ülkeden bu ülkeye koşuyordum. Bugün bile, en büyük mutluluğum, annem ve babamı evlerinde ziyaret ettiğim her defasında, hala duran o kütüphanedeki eski baskılı kitapları, Hayat dergilerini, Fotospor dergilerini kurcalamak.

Sonrasında ne oldu? Çocukken her şeyi merak eden, bilmek için peşinden koşan ben, Atlas ve Magma gibi dergiler çıkardı arkadaşlarıyla, dünyanın her tarafına gezmek için değil bilmek için gitti. Hayata kiracı geldiğimiz için olsa gerek, kitaplar, evdeki kitaplıklarım başıma hep dert açtı. Kütüphane sahibi bir kiracının en büyük dramı, kendi bilincini oluşturan kitapların, aynı zamanda onun başının belası olmasıdır. Kitapları taşımak değil de onları belirli yerlere koymak, tek tek kapağına, sırtına bakmak. Bana göre işler değil bu tür işler, çoğu zaman birkaç kişinin yardımıyla başarabiliyordum.

En büyük sıkıntıyı, sanki hayatım boyunca orada oturacakmış gibi kitaplarla doldurduğum, arkadaşıma ait, Kanlıca’daki büyük evden çıkarken yaşamıştım. Adaya taşınıyordum. Bir çıkartma gemisine yüklediğim eşyalarımı taşıyan tırın yükünün çoğu kitap ve kitaplık raflarıydı. Üstelik sahaf dostum Simurg’un sahibi İbrahim’i eve çağırıp, birkaçı hariç kurgusal tüm kitapları ona bağışlamak durumunda kalmıştım. Amacım hafiflemekti. Ama Binbir Gece Öykülerindeki Ebu Kasım’ın çarıkları gibi gelişiyordu her şey, yani kaçmaya çalıştığın, üzerine gittiğin her şey senin yazgın oluyor ve ondan kurtulamıyordun. Buz tutmuş bir zamanda, uzak bir diyara gidip de döndüğümde, üç katlı evin her katındaki kitapların sularda yüzdüğünü gördüm. Bu sahneye, o zaman Doğa Derneği’nde çalışan Evrim ve eşi de tanık olmuştu. Tesadüfen adaya bana geliyorlardı. Sonra Atlas’tan ayrılma zamanı gelip çattı. Bunun üzerine, artık asla bir kitaplık yapmama kararı aldım. Birkaç kitap dışında hiçbir kitap bulundurmama kararı. Atlas’taki kitaplarımı, Profesör arkadaşım Necmi Karul’un yürüttüğü, Bursa Aktopraklık’taki kazı evine verdim. Orada adımın verildiği bir kütüphane oluşturdular. Diğer kitaplarımı da bir kamyonla Doğa Okulu’na yolladım.

Orhanlı’da yeni yeni yaşamaya başladığım köy evine tek bir kitap bile getirmedim, kitaplığım da yok şimdilik. Doğa Okulu Kütüphanesi’den yararlanmayı düşünüyorum. Öyle ki içinde dünya masalları, Hakikatçi, Cinistan, Şehrazad’ın Sırları’nı yazarken yararlandığım kitaplar da yer alıyor.

Ne tuhaf, Binbir Gece Masallarına kaynak olmuş bir kitap, Hazar Efsane, yani Bin Masal kitabı, büyük ihtimal, Bağdat’ı yağmalayan savaş liderlerinden birinin sapkın bir emriyle yakılmış o kütüphanelerde kül olmuştu.

Doğa Okulu’na bağışladığım kitaplar arasında, bin yıl önce Bağdat’ta bulunan tüm kitapların (henüz matbaa yok)küçük bir tanıtımını yapan El-Nedim’in Fihrist adlı kitabı da yer alıyor. Fihrist, Şehrazad’tan söz ediyor orada. İyi ki kütüphaneler var. İyi ki kitaplar asırlardan asırlara taşınıyor. Belki bizim anladıklarımızı onlar da anlamış oluyor, belki de bizim anlayamadıklarımızı aynı kitapları okuyarak onlar anlamış oluyor.

Kitaplarımın belki de en hazin sahnelerinden biri, geçtiğimizaylarda, Orhanlı Köyü’nün kuzey yamaçlarında başlayan orman yangının, Doğa Okulu’nu da büyük bir hızla kuşatmasıydı. Çaresizce bir iki aracın bagajına kitapları tıkıştırmaya çalışıyorduk, ne tuhaf benim kucağıma aldığım kitapların çoğu masallarla ilgiliydi, emin ve yararlı bir yer diye verdiğim tüm kitaplar alevlerin kuşatması altındaydı işte. Biz köyden çıkmak zorunda kalmıştık. Bir itfaiye aracı Doğa Okulu ve kitaplığını korumak için nöbet tutuyordu. İtfaiye kitaplarla birlikte okulu da korumayı başardı sonunda.

Binbir Gece öykülerinden birinde, bir bilge, dünyadaki tüm bilgileri bilen bir bilge, bir ağacın altına, ölünce açıp okunması için tek sayfalık bir vasiyet mektup bırakır. Mektupta der ki, okuduktan sonra okyanusa açıl ve o tek sayfayı suya at! Bu masal aslında, doğadaki her bilginin, her ağaç, balık, kuş, ot, tüm canlılara ait bilginin yaşamın tümüne ait bilgi olduğunu, bilgeliğin bundan başka bir şey olmadığını söyler bize. Yaşlı bilge, oğluna tek bir gümüş para bile bırakmamıştır, ama doğanın diliyle yazılmış bir mektup bırakmıştır.

Doğa Derneği Yönetim Kurulu Üyesi